Yazar Adaylarına Tavsiyeler
Yazar Adaylarına Tavsiyeler

Yazar Adaylarına Tavsiyeler

“Anlatacağın Bir Hikâyen Olsun”

Türk Dil Kurumu’na göre kitap yazan, hazırlayan ve bir eseri ortaya koyan kişiler ile basılı bir gazete veya dergide herhangi bir konuda doğrudan yazı yazan kimselere “yazar” deniyor. Bu bağlamda, kendi ismine günün birinde bir kitapçının raflarında eser sahibi olarak rastlamak isteyen genç/yaşlı yazar adaylarına bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Bunu da belirli konuları kendi içinde toparlayıp bir yazı dizisi formatında paylaşacağım.

Meramımı aktardığıma göre, kasetin ilk parçasına geçebiliriz.

İlk püf noktası, başlıktan da anlaşılabileceği üzere, anlatacağınız bir hikâyenizin olması. Fakat böyle söyleyince, “Kitabım çıkınca sabah programlarında, öğlen kuşağında veya ana haber sonrası talk-show’larda kendime dair ilginç anekdotlarım olmalı” manasında düşünülmesin. O da olmalı tabii, televizyon da ana akım magazinsel yayımlar/web siteleri de sansasyonu veya çoksatarı sever. Sorsanız edebiyat içerikli yayın yapmaktadırlar lakin marka bir yayınevinden, kalburüstü de olsa bir kitabınız çıkmamışsa onların gözünde hiçbir zaman “yazar” olamayacaksınız. İşe, bu fikre alışmakla başlasanız iyi edersiniz.

Gelelim, püf noktasına. Hikâyeden kasıt, yazdığınız şey. Bir kitap çıkartmak, okuyucuya vaatte bulunmaktır. O kitapta, vurucu bir hikâyenin olması ise o vaadi yerine getirmeniz anlamına gelir. Şömiz kapaklı, birbirinin aynısı ve neredeyse hiçbir detayının/akışının değişmediği bir seri yazmanız; sadece kitaplıklarda güzel ve renkli bir tablo oluşturur. İlk kitap sonrasında da okura bir albeni sunmaz. İlk kitap beğenilmişse o kitabın hatırına, yolculuğa eşlik eder okuyucu. Tutulmamış vaatler, harcanmış krediler ve heba edilen bir yığın kâğıttan fazlası olmazsınız okurun gözünde.

Bir hikâye anlatmak, tam olarak şudur: Okur, sizin yazdığınız şeyi okurken arka planında bir akış keşfetmelidir. Ninja Kaplumbağalar’ı anımsayın; eğer sadece şehrin üstünü anlatan bir çizgi film olsaydı, kanalizasyonda yaşayan bu Rönesans göndermeli komik yaratıkları hiçbir zaman tanıyamazdık. Sizin hikâyenizin de bir altyapı sistemi olsun.

Kabul ediyorum size oy getirecek olan kilit nokta, şehir yapılaşmasıdır fakat siz de şunu kabul etmelisiniz ki; sizi kalıcı kılacak olan da altyapınızdır.

Buradaki asıl önemli nokta ise şu; altyapıda yapaylık olmamalıdır. Altyapı, aslında bir bilinçaltı olarak kabul edilebilir pek âlâ. Çok ele vermemekle ve kör göze parmak olmamakla birlikte, sizi yansıtan bir dokuya sahip olmalıdır.

Temele indiğimiz zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Bir şeyler yazmak, ortaya koymak ve ortaya çıkarmak için bir derdiniz, anlatmak istediğiniz bir meramınız olmalı. Bu ister çarpık yapılaşma, ister hukuksuzluklar, ister kadın cinayetleri, isterseniz de büyük holdinglerin vergi kaçakçılıkları olsun. Bir şekilde, sizin yazdığınız romanda yeri olmalı. Anlatacağın bir hikâyen yoksa, yazacak bir şeyin de yok demektir. O zaman, yazma.

Acımasız ama çok basit, değil mi?

Bir o kadar basit bir denklem daha kuralım… Ele alacağımız, kolay anlaşılabilir bir örnek olsun, örneğin Stephen King. King’in pek çok romanı, şehirleşme açısından ciddi bir başarı gösterir. Fakat dikkat kesildiğiniz takdirde bir gerçeği fark edersiniz: Sizi etkileyen şey, alt metinlerde yer alan mesajlardır. Televizyon veya radyolarda yer alan dini programların sunduğu eleştirel bakış açısı, en güvenilir ortam kabul edilen aile kavramının içini oyan yalancı ve hilebaz çiftler, yerel yönetimlerde bürokratik güvenceye sırtını dayamış aşağılık karakterler… Oysa sadece bir kedinin canlanıp, insanları yemesini yazsa ne olurdu ki?

Demek ki olmuyor.

O hâlde, siz de yapmayın.