Alper Canıgüz - Kan ve Gül

Aykırı Polisiye: Kan ve Gül

“Ben bu anı daha önce de yaşamamıştım sanki…!”

Kuşkusuz Alper Canıgüz, son dönemde karamsar bir şekilde gözlemlediğimiz Çağdaş Türk Edebiyatı içerisinde kömür madeninde parlayan inci gibi parlıyor. Belki yazdığı eserler polisiye, fantastik, bilim-kurgu gibi ögeler içererek rafine bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Ancak dili üstün bir şekilde, Türkçe’nin tüm olanaklarını kullanarak sunmasıyla okurlarının beklediği edebi lezzeti almasına fırsat tanıyor.

Kan ve Gül, Canıgüz’ün Tatlı Rüyalar, Gizli Ajans, Oğullar ve Rencide Ruhlar, Cehennem Çiçeği’nden sonraki beşinci romanı. Tüm polisiye yazarları gibi onun da bir altın çocuğu var: Oğullar ve Rencide Ruhlar ve Cehennem Çiçeği’ndeki Alper Kamu. Alper Kamu her ne kadar Kan ve Gül’de yer almasa da yazarın farkını resmediyor. Çünkü; diğer polisiye yazarların ana karakterlerinden beş yaşında olmasıyla ayrılıyor. Agatha Christie’nin Hercule Poirot’su, Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes’ü ya da Ahmet Ümit’in Başkomiser Nevzat’ı kendi içlerinde defolu tipler, fakat; Alper Kamu’nun çocuk karakter olması ve kıvrak zekasıyla bence Canıgüz’ü büsbütün ayrı bir yere koyuyor. Yine polisiye edebiyatında olayın yahut gizin anlatımdan daha ön planda olmasının aksine, Canıgüz hem olayı çok iyi kurguluyor hem de dili çok yetkin kullanarak çizgisini aykırı bir noktaya taşıyor.

Kan ve Gül, April Yayıncılık tarafından hem de Murat Menteş editörlüğünde yayımlandı. Bu eserinden önce epeydir kitap yayımlamamış olan Canıgüz’ü takipçileri kuşkusuz heyecanla bekliyordu. Editör de Murat Menteş olunca bu heyecan katbekat arttı.

Yazar romanda ana karakter Aziz’e; aslında hepimizin kendisine defalarca dediği “Şimdiki aklım olsa öyle yapmazdım…” ı düzeltme şansı veriyor belki de…Zaten kitabın tam adı: Kan ve Gül& Bir Kara Dejavu. Evet, hikâyede bir dejavu oluyor ama tam yirmi sene öncesinde…
Aziz ikinci sınıf ucuz aşk romanları çeviren ve bu işini sevmeden yapan bir adamdır. Aslında Sait Faik eserlerini İngilizce’ye çevirmek istiyordur. (Günümüz yayın sektörüne bir gönderme/ eleştiri belki de bu.) Eşi Nergisle boşanalı yıllar olmuştur. Bir de kızları vardır. Eşinden neden ayrıldığını bilemeyiz fakat onu hala sevdiğini anlarız. Buraya kadar günümüz insanının monoton hayatını okuruz. Bu giriş biraz yavan kalsa da ana hikâye bambaşka yerlere gittiği için okuru pek rahatsız etmiyor. Aziz bir kaza geçirir ve birden kendini şimdiki aklıyla tam yirmi yıl evveli, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olduğu 1994 yılında bulur. Bu dönemde eski eşiyle sevgilidir. Bazı şeyleri düzeltmek için imkânı olabilir. Yirmi sene sonrasının gözüyle geçmişe bakar.

Bu arada, şimdiki zamanda, üniversite yıllarından arkadaşı olan birinden o zamanlar pek de tanışık olmadığı Abdül adlı antipatik, itici bir karakterin fail-i meçhul bir cinayete kurban gittiğini öğrenir. Geçmiş zamana döndüğünde, güncel hayatının mevcut hâlinde olmasında etkili bir rolü olduğunu düşündüğü Abdül’ü daha yakından incelemeye başlar. Buradan sonrası da tipik polisiyelere pek uymaz. Çünkü ortada henüz işlenmemiş fail-i meçhul bir cinayet vardır. Ama ortada ipucu yoktur. Tanıklar yoktur. Hislerinizle doğru zamanda doğru yerde olmanız gerekir. Acaba Aziz, Abdül’ü kurtarıp güncel hayatını düzene sokabilecek midir? Yazarın bu aykırı kurgusu bence kesinlikle alkışı hak ediyor.

Romanda müzikal bir tema mevcut. Her bölümün başı bir Nirvana şarkısı ile adlandırılıyor ve bu şarkı sözleri bölümün içeriğiyle de uygun düşüyor. Belli ki Canıgüz, Nirvana grubunu çok seviyor ve kendilerine böyle bir selam gönderiyor. Öyle ki mahut cinayet, 5 Nisan 1994 gününe tekabül eder. Yani Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’in intihar ettiği, bir kuşağı derinden etkileyen, depresyona sürükleyen tarihe… Romanda baştan sona böyle bir bütünlük de söz konusu. Fakat müzikal ilişki bununla da sınırlı değil. Kitaba adını veren Kan ve Gül zamanında çok tutulan, İskender Doğan’ın bir şarkısının ismi. Aynı zamanda İskender Doğan kitapta karakter olarak da yer alıyor.

“Seviyorum
Seviyor musun?
Ağlıyorum
Gülüyor musun?
Özlüyorum
Gidiyor musun?
Sevdikçe itiyor musun?
Peki öyle olsun…”

Nedense bu dizeler bana pek çokları gibi Şener Şen’i de hatırlattı.

Aziz’in üniversite yıllarındaki arkadaş ortamında kurulan diyaloglar pek tabii dönemin fikirlerini, ideolojik çatışmalarını sergiliyor. Aynı zamanda yazar Abdül karakteri ekseninde okuru felsefik dehlizlere daldırıyor. Fakat; okurken bana biraz kurgu dışı, yazarın diyeceklerini fırsat bulmuşken söylemesi gibi göründü.

Kan ve Gül belki Alper Canıgüz’ün Nirvana’sı değil ancak klasik tabirle bir çırpıda merak uyandırarak okunan bir eser. Hâlâ okumadıysanız diğer tüm eserleri gibi Kan ve Gül’ü de okumanızı öneririm. Yüzünüzde Türk Edebiyatı adına haklı bir gülümseme belirdiğini siz de fark edeceksiniz.